Sürgün bedenler

Foto: Pexels

Pekçok mültecinin göçerken yanlarında götürebildikleri tek şey bedenleridir. Didem Yıldırım Ukraynalı mültecilerin fuhuş sektöründe nasıl kullanıldıklarına dair haberlerden hareketle hem sex işçiliğinin kendisinin hem de kurban olarak gösterilmenin Ukraynalı kadınların iyice damgalanmasıyla sonuçlandığı karmaşık durumu tartışıyor.

“P4 Malmöhus, kısa bir süre önce fuhuş sektöründe sömürülen Ukraynalı mültecilerin sayısında endişe verici bir artış olduğunu bildirdi. Artık İsveç`te fuhuşta sömürülen en büyük kadın grubunu Ukraynalı kadınlar oluşturuyor.”

Yukarıdaki pasajı ve çeşitli gazetelerde yayınlanan Ukraynalı kadınların masaj salonlarında ve yat gezilerinde kendilerini nasıl pazarladıklarına dair sansasyonel ayrıntılar içeren bir dizi başka yazıyı okuduktan sonra, sürgün deneyimi üzerine düşünmeye başladım. Savaştan kaçan Ukraynalıların trajik meselesi, dünyanın pekçok yerinde hem kişisel hem de kolektif deneyimlerle pekçok farklı hikâyeye dönüştü.

“Sürgün” kelimesi daha çok üst sınıflara dair ve hayattaki “kritik” meseleler üzerine kendi kişisel değerlendirmelerini yapan entelektüellere yakışan daha şık bir terim olarak kullanılırken, “mülteci” kelimesi bir grup için acıma ve empati duygularını çağrıştırma eğilimindedir. Sürgünde olmak, siyasi ve entelektüel bağlamları ve bir bireysellik duygusunu barındırırken, mülteci olmak, başta sosyal olmak üzere insani bağlamları ve bir kolektiflik duygusunu çağrıştırır. Öte yandan, mülteci ve sürgünün en büyük ortak noktası büyük bir tehlike nedeniyle vatanlarını terk etmek zorunda kalmış olmalarıdır ve böylece mülteci ve sürgün olanın geçmiş deneyimi hemhal olmuş olur.

Benim bu metinde sürgün kelimesini kullanmayı seçmemin sebebi, kişinin kendi ülkesini istemeden terk etmesinin altını çizmek ve bu savunmasız evrensel duruma atıfta bulunmak. Bunu yaparken de sürgün bedenlerin gücünü ve acısını tasvir edebilmek ve özellikle de İsveç’teki Ukraynalı kadınların durumuna hakkettikleri ihtimamı gösterebilmek.


Foto: Pexels

Pekçok durumda, sürgün sürecindeki insanların yanlarında götürebilecekleri tek şey kendi bedenleri olduğu için ’beden’ olgusu daha merkezi bir hale gelir, çünkü sürgünde olanın bir zamanlar olduğu kişi ve sahip olduğu her şey birdenbire soyutlaşmış ve geride kalmıştır. Transit durumdaki sürgün bedenlerden genellikle ’hassas ve yaralı’ olarak bahsedilir ve bu bedenler onları teslim alan yasal kurumlar ve ülkeler tarafından ölçülür biçilir, sayılara indirgenir ve araçsallaştırılır. Sürgün durumundaki bedenler, sürekli olarak bir kırılganlık ve savunmasızlık arasında gidip gelirler.

Fakat aynı zamanda bu güçlendiren ve hayat kurtarıcı bir süreçtir. Kendilerini mümkün olan en hızlı bir şekilde güvenli olan bir alana taşıması gereken bedenler, en insani güdülerden birisi olan hayatta kalma arzusuyla şaşırtıcı bir şekilde güçlenir. İşte tam da bu sebeple, insanlar yeteri derecede beslenmeden, pekçok sınır aşarak ülkelerce yürüyebilir ve aynı can havliyle kilometrelerce yüzebilir ve yeri geldiğinde de sınır polisleriyle çatışabilir.

İsveçte yürürlükte olan fuhuş yasası, seksi satın almayı yasa dışı kılarken, kişinin kendi bedenini bu tür amaçlar için kullanmasını yasaklamıyor. Bu yasa, sürgünde olan Ukraynalı kadınların devletten gelen günlük 71 SEK yardımla geçimlerini sağlayamadıkları durumlarda seks işçisi olarak çalışmalarına olanak tanıyor.

“Seks işçiliği” terimi, seks işçisi hareketleri için bir dayanışma inşa etme aracı olarak kullanılır. Kapsayıcı bir terim olarak kullanıldığında, “seks işçiliği” örgütlenme, özlük ve güvenlik hakları kazanma çabaları bağlamında yararlıdır. Günümüzde seksişçileri hareketi bu kavramı tamamen benimsemiş durumda ve de uygun bir terminoloji mücadelesi içinde dünyaya seks işçiliğinin gerçek bir iş olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Öte yandan, tartışılması gerekilen diğer bir önemli konu seksi kimin satın aldığı. Çünkü bu iki tarafı da ilgilendiren bir mesele. Burada feminist yazar Audre Lorde’u alıntılamak istiyorum. Lorde, bu soruyu cevaplarken, seks işçilerinin müşterilerinin büyük çoğunluğunun beyaz ve cis erkekler olduğunu söylüyor, tabii ki bu durum da siyah feministlerin fuhuş konusundaki siyasi tarihini olduğundan daha karmaşık bir hâle getiriyor. Özetle fuhuş, siyahlar için bir sınıf, etnisite ve aynı zamanda toplumsal cinsiyet sorunu. Yani Amerika bağlamında durum böyle, fakat evrensel olarak da fuhuşun kesinlikle bir sınıf, etnisite ve toplumsal cinsiyet sorunu olduğunu söylemek mümkün. Birazcık açmak gerekirse, mesela, elit gruplar arasında ve ayrıcaklıklı bağlamlarda gerçekleştirildiğinde hiç kimse fuhuştan bir toplumsal problem olarak bahsetmiyor.

Her halükarda, Ukraynalı kadınların kendilerini yeniden inşa etmeye çalıştıkları İsveç toplumunda ihtiyaç duydukları son şey marjinalleştirilmek. Seks işçiliği yapmaya zorlanıyor olsalar da, bunu tercih etmek durumunda bırakılmış olsalar da, damgalanmayı hak etmiyorlar. Burada vurgulamak istediğim, Ukraynalı kadınların İsveç’te seks işçisi olarak çalıştırılmak zorunda kalmalarının iyi bir şey olduğu değil elbette. Fakat konunun ilk bakışta görünenden daha fazla boyutu var. Bunlardan en önemlileri de bedenin transit durumuyla baş etmek ve bu insanlardan bir kısmının kendilerini sadece bir kurban gibi görmek istememeleri. Sonuçta burada akla gelebilecek her türlü eğitime, mesleğe ve yaşam deneyimine sahip bireylerden söz ediyoruz. Bu bireylerden mütematidyen edilgen ve fuhuş sektöründe sömürülen bir grup olarak bahsetmek onları yaftalar ve birey olarak değerlerini azaltır. Öte taraftan, yazının başında bahsettiğim gazete yazılarında yapıldığı gibi fuhuş aktivitesini en açık detaylarıyla tasvir etmek, Ukraynalı kadınları içinde bulundukları bu yeni toplumda bir grup olara ’arzu nesnesi’ ne dönüştürme riskini barındırır.

Didem Yildirim • 2023-03-02
Didem Yildirim är utställningsproducent och dramaturg från Turkiet. Hon skriver mest om samtidskonst, teater och kultur.


Sürgün bedenler

Foto: Pexels

Pekçok mültecinin göçerken yanlarında götürebildikleri tek şey bedenleridir. Didem Yıldırım Ukraynalı mültecilerin fuhuş sektöründe nasıl kullanıldıklarına dair haberlerden hareketle hem sex işçiliğinin kendisinin hem de kurban olarak gösterilmenin Ukraynalı kadınların iyice damgalanmasıyla sonuçlandığı karmaşık durumu tartışıyor.

“P4 Malmöhus, kısa bir süre önce fuhuş sektöründe sömürülen Ukraynalı mültecilerin sayısında endişe verici bir artış olduğunu bildirdi. Artık İsveç`te fuhuşta sömürülen en büyük kadın grubunu Ukraynalı kadınlar oluşturuyor.”

Yukarıdaki pasajı ve çeşitli gazetelerde yayınlanan Ukraynalı kadınların masaj salonlarında ve yat gezilerinde kendilerini nasıl pazarladıklarına dair sansasyonel ayrıntılar içeren bir dizi başka yazıyı okuduktan sonra, sürgün deneyimi üzerine düşünmeye başladım. Savaştan kaçan Ukraynalıların trajik meselesi, dünyanın pekçok yerinde hem kişisel hem de kolektif deneyimlerle pekçok farklı hikâyeye dönüştü.

“Sürgün” kelimesi daha çok üst sınıflara dair ve hayattaki “kritik” meseleler üzerine kendi kişisel değerlendirmelerini yapan entelektüellere yakışan daha şık bir terim olarak kullanılırken, “mülteci” kelimesi bir grup için acıma ve empati duygularını çağrıştırma eğilimindedir. Sürgünde olmak, siyasi ve entelektüel bağlamları ve bir bireysellik duygusunu barındırırken, mülteci olmak, başta sosyal olmak üzere insani bağlamları ve bir kolektiflik duygusunu çağrıştırır. Öte yandan, mülteci ve sürgünün en büyük ortak noktası büyük bir tehlike nedeniyle vatanlarını terk etmek zorunda kalmış olmalarıdır ve böylece mülteci ve sürgün olanın geçmiş deneyimi hemhal olmuş olur.

Benim bu metinde sürgün kelimesini kullanmayı seçmemin sebebi, kişinin kendi ülkesini istemeden terk etmesinin altını çizmek ve bu savunmasız evrensel duruma atıfta bulunmak. Bunu yaparken de sürgün bedenlerin gücünü ve acısını tasvir edebilmek ve özellikle de İsveç’teki Ukraynalı kadınların durumuna hakkettikleri ihtimamı gösterebilmek.


Foto: Pexels

Pekçok durumda, sürgün sürecindeki insanların yanlarında götürebilecekleri tek şey kendi bedenleri olduğu için ’beden’ olgusu daha merkezi bir hale gelir, çünkü sürgünde olanın bir zamanlar olduğu kişi ve sahip olduğu her şey birdenbire soyutlaşmış ve geride kalmıştır. Transit durumdaki sürgün bedenlerden genellikle ’hassas ve yaralı’ olarak bahsedilir ve bu bedenler onları teslim alan yasal kurumlar ve ülkeler tarafından ölçülür biçilir, sayılara indirgenir ve araçsallaştırılır. Sürgün durumundaki bedenler, sürekli olarak bir kırılganlık ve savunmasızlık arasında gidip gelirler.

Fakat aynı zamanda bu güçlendiren ve hayat kurtarıcı bir süreçtir. Kendilerini mümkün olan en hızlı bir şekilde güvenli olan bir alana taşıması gereken bedenler, en insani güdülerden birisi olan hayatta kalma arzusuyla şaşırtıcı bir şekilde güçlenir. İşte tam da bu sebeple, insanlar yeteri derecede beslenmeden, pekçok sınır aşarak ülkelerce yürüyebilir ve aynı can havliyle kilometrelerce yüzebilir ve yeri geldiğinde de sınır polisleriyle çatışabilir.

İsveçte yürürlükte olan fuhuş yasası, seksi satın almayı yasa dışı kılarken, kişinin kendi bedenini bu tür amaçlar için kullanmasını yasaklamıyor. Bu yasa, sürgünde olan Ukraynalı kadınların devletten gelen günlük 71 SEK yardımla geçimlerini sağlayamadıkları durumlarda seks işçisi olarak çalışmalarına olanak tanıyor.

“Seks işçiliği” terimi, seks işçisi hareketleri için bir dayanışma inşa etme aracı olarak kullanılır. Kapsayıcı bir terim olarak kullanıldığında, “seks işçiliği” örgütlenme, özlük ve güvenlik hakları kazanma çabaları bağlamında yararlıdır. Günümüzde seksişçileri hareketi bu kavramı tamamen benimsemiş durumda ve de uygun bir terminoloji mücadelesi içinde dünyaya seks işçiliğinin gerçek bir iş olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Öte yandan, tartışılması gerekilen diğer bir önemli konu seksi kimin satın aldığı. Çünkü bu iki tarafı da ilgilendiren bir mesele. Burada feminist yazar Audre Lorde’u alıntılamak istiyorum. Lorde, bu soruyu cevaplarken, seks işçilerinin müşterilerinin büyük çoğunluğunun beyaz ve cis erkekler olduğunu söylüyor, tabii ki bu durum da siyah feministlerin fuhuş konusundaki siyasi tarihini olduğundan daha karmaşık bir hâle getiriyor. Özetle fuhuş, siyahlar için bir sınıf, etnisite ve aynı zamanda toplumsal cinsiyet sorunu. Yani Amerika bağlamında durum böyle, fakat evrensel olarak da fuhuşun kesinlikle bir sınıf, etnisite ve toplumsal cinsiyet sorunu olduğunu söylemek mümkün. Birazcık açmak gerekirse, mesela, elit gruplar arasında ve ayrıcaklıklı bağlamlarda gerçekleştirildiğinde hiç kimse fuhuştan bir toplumsal problem olarak bahsetmiyor.

Her halükarda, Ukraynalı kadınların kendilerini yeniden inşa etmeye çalıştıkları İsveç toplumunda ihtiyaç duydukları son şey marjinalleştirilmek. Seks işçiliği yapmaya zorlanıyor olsalar da, bunu tercih etmek durumunda bırakılmış olsalar da, damgalanmayı hak etmiyorlar. Burada vurgulamak istediğim, Ukraynalı kadınların İsveç’te seks işçisi olarak çalıştırılmak zorunda kalmalarının iyi bir şey olduğu değil elbette. Fakat konunun ilk bakışta görünenden daha fazla boyutu var. Bunlardan en önemlileri de bedenin transit durumuyla baş etmek ve bu insanlardan bir kısmının kendilerini sadece bir kurban gibi görmek istememeleri. Sonuçta burada akla gelebilecek her türlü eğitime, mesleğe ve yaşam deneyimine sahip bireylerden söz ediyoruz. Bu bireylerden mütematidyen edilgen ve fuhuş sektöründe sömürülen bir grup olarak bahsetmek onları yaftalar ve birey olarak değerlerini azaltır. Öte taraftan, yazının başında bahsettiğim gazete yazılarında yapıldığı gibi fuhuş aktivitesini en açık detaylarıyla tasvir etmek, Ukraynalı kadınları içinde bulundukları bu yeni toplumda bir grup olara ’arzu nesnesi’ ne dönüştürme riskini barındırır.

Didem Yildirim • 2023-03-02
Didem Yildirim är utställningsproducent och dramaturg från Turkiet. Hon skriver mest om samtidskonst, teater och kultur.