Oğluma bir mektup ve Kafka

Foto: Nenad Stojkovic. Creative Commons license

Çok dilli bir çocuğun majör ve minör dilleri birbiriyle nasıl ilişkilenir? Lyktan`dan Didem Yıldırım minör edebiyat ve Kafka teorisinden hareketle oğluna bir mektup yazdı.

Bu mektubu sana ben, majör bir dilde ve minör bir üslûpla yazıyorum… Sana yazacağım ilk mektubun İsveççe olacağını hiç düşünmemiştim. Aslına bakarsan zaten günün birinde bir çocuğum olacağını da pek düşünmemiştim, fakat dünyada aşağı yukarı sadece on milyon insanın konuştuğu bu İskandinav dilini yirmi dokuz yaşımdan sonra öğrenip, bu dili Türkçe ve İngilizce `den bile daha aktif olarak kullanacağım hiç akıma gelmezdi.

Çünkü aslında benim başka dillerim vardı, konuşamadığım diller ve olamadığım insanlar bu yüzden de… Ne derler bilirsin, “bir dil bir insandır.” Mesela eğer konuşabildiğim dillerden birisi Kürtçe olsaydı babaannemin hikâyelerini anlayabilir, onunla daha farklı bir iletişim kurabilirdim ve eğer Ermenice öğrenme şansım olsaydı kendi kültürel mirasımı sana daha iyi aktarabilirdim. Bildiğiniz dillerin sayısı, olduğunuz insan sayısıdır atasözü, dilin derin benlik duygumuzla bağlantısına işaret eder oğlum, bu yüzden senin benim gibi eksik kalmanı istemiyorum. Sahip olduğun bütün dillerde şarkı söyleyebil, bu diller sayesinde içinde kalabalık neşeli halklar olsun ve bu sayede de kendini hiç yalnız hissetme istiyorum. Benim gibi kendi dillerine yabancı kalmaman için elimden gelenin en iyisini yapacağım.

Bugünlerde sen ağrılarla ve uykusuz gecelerle gelen o güzelim süt dişlerin sayesinde ilk kelimelerini heyecanla ba-ba-ba-ba, gel gel gel, vir vir vir… birleştirmeye çalışırken ben de sen uyuduğun zamanlarda tezler, kitaplar okuyor ve çok dillilik üzerine podcastler falan dinliyorum. Çok dilli yetişen çocukların dil edinimi sürecinde ‘mutlaka’ yapılması gerekenler ve ‘asla’ yapılmaması gerekenlerin sıralandığı indirgemeci listelerinin direktifleri arasında derin düşüncelere dalıyorum. Sözlü dil öğreniminin sosyal yönlerinden tut da dilbilgisi derslerinde deşifre edilen anlambilim maceralarına kadar, kendi dil edinimime katkıda bulunan süreçleri hatırlamaya çalışıyorum. Bir de tabii ki, sen heyecanla ‘Babblarna’ izlerken, bu dil öğrenimi temelli bebek programının arkasında yatan dahiyane fikirler üzerine düşünüyorum.


Foto: Karolina Grabowska/Kaboompics

Mesela geçenlerde İsveççe ve Türkçe dilleriyle çok dilli olarak büyüyen çocukların dil beceri ve gelişimlerinin tek dille olarak büyüyen çocuklara oranla çok daha yavaş seyrettiğini öğrendim bir doktora tezinden. Ama sen merak etme oğlum bizim hiç acelemiz yok. İstediğin tüm dilleri sindire sindire öğrenebilecek kadar uzun bir zaman var önünde.

Senin iki isminden birisi Yaz oğlum, ileride öğreneceğin gibi Türkçedeki eş sesli ‘yaz’ kelimesi hem fiil hem de isim olarak kullanılır. İsim olan ‘yaz’ bir mevsimin, mevsimlerin en sıcağının adıdır, yazın başlangıç gününde doğduğun için bu ismi koyduk sana; ama biz içten içe bu kelimenin fiil anlamını da çok sevdik. Yaz aynı zamanda yazmak eyleminin emir kipindeki hâlidir. Bir oyun yazarları festivalinde tanışmış ve yazmaya âşık ebeveynler olarak sana bu isimle yazmayı dikte etmek istemiyoruz tabii ki, bizimkisi olsa olsa naif dil oyunu aracılığıyla sana yazmayı öğütlemek.

Okuduklarım içinde beni en çok rahatlatanlardan birisi Gilles Deleuze ve Félix Guattari isimli iki filozofun Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin isimli kitapta anlattıkları oldu, çünkü anlamak içimizi hafifleten bir eylemdir oğlum. Deleuze ve Guattari’ye göre minör edebiyat, minör bir dilin edebiyatı değil, daha ziyade, bir azınlığın majör bir dilde yaptığı edebiyattır. Minör dil, kendi dilini bir yabancı gibi konuşmaktır.

Kurama ilham veren yazar Kafka, Prag`da doğmuş olmasına rağmen ömrünün birçoğunu Almancanın konuşulduğu Avusturya´da geçirmiş ve eserlerini Almanca dilinde vermiştir. Kafka`nın Almanca olarak ürettiği edebi eserler minör edebiyatın nadide örnekleri arasında gösterilir. Kafka şahane bir yazardır bu arada oğlum onun eserleriyle ilk kez tanışacağın günün heyecanını şimdiden içimde taşıyorum.

“Minör edebiyat aynı zamanda politiktir” der Deleuze ve Guattari amcalar oğlum ve eklerler minör edebiyatın temel özelliği dilin de tıpkı onu kullanan insanlar gibi ‘yersiz-yurtsuzlaşmış’ olmasıdır. Kulağa epey havalı gelen bu konsept basit bir şekilde, bir şeyin belirli bir bölgeden uzaklaştığı veya ondan saptığı hareket ve süreçler olarak tanımlanabilir. Yani tıpkı benim ve belki de biraz da senin dilin gibi.

Fakat sen doğrudan bir göçmen olmadığın için senin durumun Kafka`nınkinden biraz farklı. Senin aynı anda hem majör hem de minör bir dilin olacak ve eminim sonrasında da başka dillerin. Şöyle anlatayım: Kendi dillerinin konuşulmadığı bir yerde yaşamaya mecbur olan insanlar, yerleşik olan majör dili iyi bilmemelerine rağmen bu dili ısrarla kullanmaya zorlanırlar. Ve ortaya dile ve edebiyata ilişkin pek çok soru çıkar: Dili eşeleyebilecek ve bunu yalın bir devrimci çizgi boyunca geliştirebilecek minör bir edebiyat, öz dilden nasıl çekip çıkartılır? İnsan nasıl kendi öz dilinin göçebesi, göçmeni ve yabancısı olur?

İnsanlar kolaylıkla göçmen olabildikleri gibi kendi dillerinin de göçebesi, göçmeni ve yabancısı olabilirler. Çünkü ne derler bilirsin, ya da şimdilik bilmesen de öğreneceksin: “İnsanoğlu kuş misalidir.” Ağaçtan ziyade kuş gibiyizdir biz insanlar oğlum, bugün buradaysak yarın pekâlâ başka bir yerde olabiliriz. Doğduğumuz yerde kalmak zorunda değiliz ve hatta tam tersi bazen gitmek zorundayızdır. Şöyle de söyleyebiliriz; bazen gitmek isteriz, bazılarıysa gitmeye zorlanır.

Öte yandan majör ya da minör fark etmeden sana her tondan şarkılar söyleyen, masallar anlatan, tatlı sözler söyleyen bu diller her zaman masum olmayabilirler oğlum. Diller güç oyunları için stratejik araçlardır aynı zamanda. Bu söylediğimi de bil fakat, benimseme lütfen.

Didem Yildirim • 2022-05-05
Didem Yildirim är utställningsproducent och dramaturg från Turkiet. Hon skriver mest om samtidskonst, teater och kultur.


Oğluma bir mektup ve Kafka

Foto: Nenad Stojkovic. Creative Commons license

Çok dilli bir çocuğun majör ve minör dilleri birbiriyle nasıl ilişkilenir? Lyktan`dan Didem Yıldırım minör edebiyat ve Kafka teorisinden hareketle oğluna bir mektup yazdı.

Bu mektubu sana ben, majör bir dilde ve minör bir üslûpla yazıyorum… Sana yazacağım ilk mektubun İsveççe olacağını hiç düşünmemiştim. Aslına bakarsan zaten günün birinde bir çocuğum olacağını da pek düşünmemiştim, fakat dünyada aşağı yukarı sadece on milyon insanın konuştuğu bu İskandinav dilini yirmi dokuz yaşımdan sonra öğrenip, bu dili Türkçe ve İngilizce `den bile daha aktif olarak kullanacağım hiç akıma gelmezdi.

Çünkü aslında benim başka dillerim vardı, konuşamadığım diller ve olamadığım insanlar bu yüzden de… Ne derler bilirsin, “bir dil bir insandır.” Mesela eğer konuşabildiğim dillerden birisi Kürtçe olsaydı babaannemin hikâyelerini anlayabilir, onunla daha farklı bir iletişim kurabilirdim ve eğer Ermenice öğrenme şansım olsaydı kendi kültürel mirasımı sana daha iyi aktarabilirdim. Bildiğiniz dillerin sayısı, olduğunuz insan sayısıdır atasözü, dilin derin benlik duygumuzla bağlantısına işaret eder oğlum, bu yüzden senin benim gibi eksik kalmanı istemiyorum. Sahip olduğun bütün dillerde şarkı söyleyebil, bu diller sayesinde içinde kalabalık neşeli halklar olsun ve bu sayede de kendini hiç yalnız hissetme istiyorum. Benim gibi kendi dillerine yabancı kalmaman için elimden gelenin en iyisini yapacağım.

Bugünlerde sen ağrılarla ve uykusuz gecelerle gelen o güzelim süt dişlerin sayesinde ilk kelimelerini heyecanla ba-ba-ba-ba, gel gel gel, vir vir vir… birleştirmeye çalışırken ben de sen uyuduğun zamanlarda tezler, kitaplar okuyor ve çok dillilik üzerine podcastler falan dinliyorum. Çok dilli yetişen çocukların dil edinimi sürecinde ‘mutlaka’ yapılması gerekenler ve ‘asla’ yapılmaması gerekenlerin sıralandığı indirgemeci listelerinin direktifleri arasında derin düşüncelere dalıyorum. Sözlü dil öğreniminin sosyal yönlerinden tut da dilbilgisi derslerinde deşifre edilen anlambilim maceralarına kadar, kendi dil edinimime katkıda bulunan süreçleri hatırlamaya çalışıyorum. Bir de tabii ki, sen heyecanla ‘Babblarna’ izlerken, bu dil öğrenimi temelli bebek programının arkasında yatan dahiyane fikirler üzerine düşünüyorum.


Foto: Karolina Grabowska/Kaboompics

Mesela geçenlerde İsveççe ve Türkçe dilleriyle çok dilli olarak büyüyen çocukların dil beceri ve gelişimlerinin tek dille olarak büyüyen çocuklara oranla çok daha yavaş seyrettiğini öğrendim bir doktora tezinden. Ama sen merak etme oğlum bizim hiç acelemiz yok. İstediğin tüm dilleri sindire sindire öğrenebilecek kadar uzun bir zaman var önünde.

Senin iki isminden birisi Yaz oğlum, ileride öğreneceğin gibi Türkçedeki eş sesli ‘yaz’ kelimesi hem fiil hem de isim olarak kullanılır. İsim olan ‘yaz’ bir mevsimin, mevsimlerin en sıcağının adıdır, yazın başlangıç gününde doğduğun için bu ismi koyduk sana; ama biz içten içe bu kelimenin fiil anlamını da çok sevdik. Yaz aynı zamanda yazmak eyleminin emir kipindeki hâlidir. Bir oyun yazarları festivalinde tanışmış ve yazmaya âşık ebeveynler olarak sana bu isimle yazmayı dikte etmek istemiyoruz tabii ki, bizimkisi olsa olsa naif dil oyunu aracılığıyla sana yazmayı öğütlemek.

Okuduklarım içinde beni en çok rahatlatanlardan birisi Gilles Deleuze ve Félix Guattari isimli iki filozofun Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin isimli kitapta anlattıkları oldu, çünkü anlamak içimizi hafifleten bir eylemdir oğlum. Deleuze ve Guattari’ye göre minör edebiyat, minör bir dilin edebiyatı değil, daha ziyade, bir azınlığın majör bir dilde yaptığı edebiyattır. Minör dil, kendi dilini bir yabancı gibi konuşmaktır.

Kurama ilham veren yazar Kafka, Prag`da doğmuş olmasına rağmen ömrünün birçoğunu Almancanın konuşulduğu Avusturya´da geçirmiş ve eserlerini Almanca dilinde vermiştir. Kafka`nın Almanca olarak ürettiği edebi eserler minör edebiyatın nadide örnekleri arasında gösterilir. Kafka şahane bir yazardır bu arada oğlum onun eserleriyle ilk kez tanışacağın günün heyecanını şimdiden içimde taşıyorum.

“Minör edebiyat aynı zamanda politiktir” der Deleuze ve Guattari amcalar oğlum ve eklerler minör edebiyatın temel özelliği dilin de tıpkı onu kullanan insanlar gibi ‘yersiz-yurtsuzlaşmış’ olmasıdır. Kulağa epey havalı gelen bu konsept basit bir şekilde, bir şeyin belirli bir bölgeden uzaklaştığı veya ondan saptığı hareket ve süreçler olarak tanımlanabilir. Yani tıpkı benim ve belki de biraz da senin dilin gibi.

Fakat sen doğrudan bir göçmen olmadığın için senin durumun Kafka`nınkinden biraz farklı. Senin aynı anda hem majör hem de minör bir dilin olacak ve eminim sonrasında da başka dillerin. Şöyle anlatayım: Kendi dillerinin konuşulmadığı bir yerde yaşamaya mecbur olan insanlar, yerleşik olan majör dili iyi bilmemelerine rağmen bu dili ısrarla kullanmaya zorlanırlar. Ve ortaya dile ve edebiyata ilişkin pek çok soru çıkar: Dili eşeleyebilecek ve bunu yalın bir devrimci çizgi boyunca geliştirebilecek minör bir edebiyat, öz dilden nasıl çekip çıkartılır? İnsan nasıl kendi öz dilinin göçebesi, göçmeni ve yabancısı olur?

İnsanlar kolaylıkla göçmen olabildikleri gibi kendi dillerinin de göçebesi, göçmeni ve yabancısı olabilirler. Çünkü ne derler bilirsin, ya da şimdilik bilmesen de öğreneceksin: “İnsanoğlu kuş misalidir.” Ağaçtan ziyade kuş gibiyizdir biz insanlar oğlum, bugün buradaysak yarın pekâlâ başka bir yerde olabiliriz. Doğduğumuz yerde kalmak zorunda değiliz ve hatta tam tersi bazen gitmek zorundayızdır. Şöyle de söyleyebiliriz; bazen gitmek isteriz, bazılarıysa gitmeye zorlanır.

Öte yandan majör ya da minör fark etmeden sana her tondan şarkılar söyleyen, masallar anlatan, tatlı sözler söyleyen bu diller her zaman masum olmayabilirler oğlum. Diller güç oyunları için stratejik araçlardır aynı zamanda. Bu söylediğimi de bil fakat, benimseme lütfen.

Didem Yildirim • 2022-05-05
Didem Yildirim är utställningsproducent och dramaturg från Turkiet. Hon skriver mest om samtidskonst, teater och kultur.